Arama
Son Yazıları
1 - KAYAHAN/ CANIM SIKILIY...2 - AİLE
3 - ALDIĞIM HER NEFES SENİ...
4 - ÇANAKKALE'DE
5 - BAHAR
6 - ÇANAKKALE'MİZ
7 - KADIN
8 - ANILAR
9 - YARINLARDA YAŞAMAK
10 - 6 ŞUBAT YAŞADIĞIMIZ DE...
Son Eklenen Şiirler




Yaratanın göz nazarında

Gecenin siyahı savurdu...
Mavi denize yelken açmak
Hüzün müdür gece odaya...
Dinmez bir hasretlik var

Tarifi yok anlatamam
Kurduğum hayaldin
Demez beklerim umudu
Kalem ile kağıda dökem...
Şiirler » ATATÜRK SEVDALISI ETEM ÇALIŞKAN
![]() |
Bu şiir 2025-02-18 05:28 tarihinde günün şiiri seçilmiştir. |

O BİR ATATÜRK SEVDALISI, O BİR RESSAM, O BİR KALİGRAF
ETEM ÇALIŞKAN
Onunla yıllar önce Tarsus'ta düzenlenen Uluslararası Kültür ve Sanat Festivali'nde tanıştım. Yıllarca hayranlıkla baktığımız en güzel Atatürk resimlerinin ressamı; okullarımızda, sınıflarımızda, dairelerimizde, işyerlerimizde duvarlarımızın olmazsa olmazları «Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi», "İstiklâl Marşı" gibi baş tacımız olan en önemli öğretilerimizi yazan ünlü hattat, kaligrafi ustası Etem Çalışkan yanımda oturuyordu. Bizi tanıştıran olmadı. Kendi kendimize tanıştık. Hani derler ya tesadüf diye… Ben hayatta tesadüfün olmadığını işte bu anlarda öğrenmişimdir. Allah, güzel bir dostluğun sağlam temellerini atmak için bir fırsat vermişti bize.
Anadolu insanının sıcaklığı, dost canlısı olması, mütevazı kişiliği ile beni çok etkiledi Etem Çalışkan. Hele Atatürk sevgimi önce onun fırçasının ucunda; sonra gözlerinde görmek çok güzeldi. İki Atatürk âşığı olarak o kadar kaynaştık ki anlatmak zor. Üzerinde Atatürk'e ait gri- beyaz verev çizgili bir süveter vardı. Gözlerimi süveterden alamadım, Atatürk'ümün giysisi bu güzel insanda, bu büyük sanatçıdaydı. Süvetere dokunmak istediğimi, Atatürk sevdalısı olduğumu söyledim. Hatta onunla ilkokula başladığım yıl yaşadığım bir anımı paylaştım:
İstanbul'da Havuzbaşı'nda Çengelköy İlkokulu birinci sınıf öğrencisiydim. Öğretmenim; Mürüvvet Çalık idi. Dünyalar tatlısı, harika bir öğretmendi. Kendini işine adamış pırıl pırıl bir yürek, Atatürk, vatan, millet sevdalısı tam bir «Cumhuriyet Öğretmeni»… 10-17 Kasım Atatürk Haftası nedeniyle bize Atatürk'ü öyle güzel anlattı ki ailemde benliğime işlenmiş olan Atatürk sevgim okulumda daha da güçlendi. O zamana kadar farkına varamadığım, anlayamadığım bir bilgiyi ondan öğrendim. Ben ölüm nedir bilmiyordum. O ana kadar yakınlarımdan hiç kimseyi kaybetmemiştim. Sevgili öğretmenim, Atatürk'ümün yıllar önce öldüğünü söyledi. O an isyan ettim içimden. Gözlerim doldu, dudaklarımı ısırdım, başımı önüme eğdim. Ağladığımı sakladım kendimce… Gözyaşlarımı içime akıtmayı işte o gün öğrendim. Kötü haber -ki ben o gün duymuştum bu gerçeği- yüreğimi kanattı. Ölen insan, geri gelmezmiş hem… Of! Benim küçücük yüreğim nasıl taşırdı bu ağırlığı?
Ders bitti, eve dönerken yolda ağzımı bıçak açmadı. Eve vardığımda gücüm bitmişti. Anneciğim kapıyı açtı, ablamla ikimiz içeri girdik, ben çantamı girişe fırlattım. Hiç konuşmadan odaya geçtim, kendimi yatağa attım. Üzerimde siyah önlüğüm, beyaz yakamla yüzüstü yattım, ağlamaya başladım. Artık içimdeki bütün gözyaşlarımı özgür bırakmıştım. Rahatlayamamıştım, bu kez tepine tepine ağlamaya başlamıştım. Çocukken çok hırslandığımda ayaklarımı yere vura vura ağlardım nedense. Anneme niçin ağladığımı içimi çeke çeke anlattım. «Atatürk ölmüş biliyor musun?» diye… Oysa Atatürk öldüğünde annem 4-5 yaşlarındaymış, o günü yaşadığını hatırlayamıyordu bile. Benim gibi sonradan öğrenenlerdendi. Annem «Evet, Atatürk yeni ölmedi ki aradan çok yıl geçti.» dedi. «Tamam, ama neden öldü? Bu kadar iyi biri ölemez, ölmemeliydi.» dedim. Zavallı annem beni bu ölüm gerçeğine alıştırmak, 6 yaşındaki bir çocuğa bunu açıklamakta zorlandı. Akşamleyin babamın işten dönmesiyle yaram yine tazelendi. Şişmiş gözlerime bakarak neden ağladığımı sordu babam. Annemle birlikte anlattık. Babam da beni teskin etti. Atatürk'ümün öldüğü gerçeğine inandımsa da içimden bir ses hep «Ama neden?» diye yıllarca inceden inceye seslenip durdu.
Atatürk sevgim çok derinlerdedir, öyle her rüzgârda yalpalayacak bir aşk değildir bu. Beni Etem Çalışkan hayranı yapan da başlangıçta bu sevgidir. Etem Çalışkan'la Tarsus etkinlikleri dışında karşılaşma olanağımız pek yoktu. Telefonla seyrek de olsa aramak, sesini duymak güzeldi. 4 Nisan 2009 Cumartesi günü kızımın düğünü olacaktı. Nikâh, düğün salonunda kıyılacaktı. Kızımın nikâh şahidi Etem Çalışkan olacaktı. Maalesef aynı gün İstanbul'da sergisinin olması nedeniyle bu projemiz gerçekleşmedi. Daha sonra anlattığına göre yine de nikâha gelme kararı almış fakat bize ulaşamamış. Son iki yıldır Tarsus etkinliklerine katılamadığım için Etem Bey'i de göremez olmuştum. Telefon değiştirdikçe kayıtlı numaralarımın pek çoğu silinmişti. Silinen numaralardan biri de Etem Çalışkan'a aitti.
Bu yıl dördüncüsü düzenlenen Çukurova Tüyap Kitap Fuarında ben de Çukurova Edebiyatçılar Derneği standında kitaplarımı imzalıyordum. Kızlarım Sena ve Seda da ellerinden geldiğince yanımda olmaya çalışıyorlardı. Her gün kısa süreli de olsa fuara uğrayıp bana destek oluyorlardı. Fuarın 2. günüydü. Kızlarım sevinçle yanıma yaklaştılar. «Anne, kimi gördük inanamazsın!» dediler. Fuar dolayısıyla pek çok değerli şair, yazar buradaydı. Bir kısmıyla da ailece tanışıyorduk. Doğrusu kitap fuarı olunca aklıma şair ve yazarlar geldi. " Etem Çalışkan burada!" dediler. Hemen yanına gittik. Kucaklaştık, sanki ailemden biri gibiydi.
Fuar süresince çok yoğun çalışmaları olduğu halde yanıma sık sık uğradı, ben de onun bulunduğu Tarihi Kız Lisesi bölümüne her fırsatta uğradım. Kız Lisesi benim yıllarca Türkçe- Edebiyat öğretmenliği yaptığım ve emekli olduğum okulum olmanın dışında annemin, Behiye teyzemin (annemin amcasının kızı), Fahriye halamın mezun oldukları Adana'nın en eski liselerinden biridir. Bir defasında da “Seda'nın nikâh şahidi olamadınız; bari mutluluğuna şahit olun.” diyerek yemeğe davet ettik.
Akşam beni fuardan alıp evlerine getirdiler. Etem Bey'i de alacaklardı ama son anda program değişti. Yerel bir TV kanalında canlı yayına davet edildiği için saat 22.00'de program biter bitmez onu Can ve Seda alarak evlerine getirdiler. Kitap Fuarı'nda olduğum için yemeklerin hazırlanmasında katkım olmamıştı. Kızlarım gerçekten çok kısa sürede çok güzel bir menü hazırlamışlardı. Etem Çalışkan soframızın konuğuydu, çok mutluyduk.
Damadım Can, bir ara resimle ilgilenmiş hatta Ethem Aydın'dan özel resim dersleri almış, güzel çalışmalarda bulunmuş. Ethem Aydın tahtadan yapılma küçük resim çantasını da Can'a armağan etmiş. Etem Bey'e onları gösterdi. Birlikte fotoğraflar çektirdik. Sohbet o kadar güzeldi ki saat 24'ü geçmişti. Etem Bey'i oteline bıraktık, dönüşte Sena ile ben de evimize bırakıldığımızda gecenin biriydi. Seda ile Can ise mutlu mutlu gülümseyerek evlerine dönmüşlerdi.
Etem Bey, fuar boyunca misafirperverliğimizden söz etti. Çok mutlu olduk. 14 Ocak Perşembe günü saat 14.30' da Çukurova Edebiyatçılar Derneği olarak " Günümüzde Çukurova'da Şiir ve Sunumlar" konulu dinletimiz vardı. Süre kısa, katılımcılar çok olduğu için başkanımız Dr. Ömer Uluçay "Üç kıtalık kısa şiirler okuyun." talimatını vermişti. Ben de serbest tarzda yazdığım 3- 4 yıl önce bir yarışmada birinci olan «Güz İkindisi» adlı eserimi okuma kararını almıştım. Etem Bey de o şiiri önceden dinlemiş, beğenmiş, okumamı istemişti. Yanındaki görevliye «14 Ocak 14.30'da Harika Hanım'ı dinleyeceğim. Unutmayın. Beni 'Günümüzde Çukurova'da Şiir ve Sunumlar' konulu dinleti için 3. konferans salonuna götürünüz.» demişti. Ben şiirimi okurken o, salondaydı. Şiirim bittiğinde ise işinin başına dönmüştü. Benim için unutulmaz bir andı. Daha sonra dinletide süremiz artınca birer şiir daha okumuştuk. Etem Bey, «Bilseydim, dinlerdim o şiirini de...» demişti. İşte incelik budur. İşinin arasında bile dostlarının gönlünü alma fırsatı yaratan güzel insandır Etem Çalışkan...
Yine fuardaki kısa teneffüslerimizde yeni kitap hazırlığım olup olmadığını sordu bana… " Olmaz mı, hem de iki kitap birden geliyor. Biri hece şiirlerimden oluşuyor, diğeri ise serbest tarzda yazdıklarımdan." dedim. «Peki, kapakları hazır mı?» dedi. «Henüz belli değil, kitapların adları da kesin değil üstelik...» cevabımı verirken şaşkındım. Etem Bey, beni daha da çok şaşırttı, Kitaplarımın kapaklarını da kendisinin yapacağını söyledi. Beraberce kararlaştırdık kitaplarımın isimlerini… Düşündüğüm birkaç kitap adı içinden «Güz İkindisi» serbest şiirlerimi barındıran kitabıma, "Çocukluğum Sende Kaldı İstanbul" ise hece şiirlerimin yer aldığı kitabıma ad oldu.
Fuar bitti, buruk bir şekilde oldu bu kez vedamız. Telefon numaralarımızı kâğıtlara da yazdık, birbirimizi kaybetmeyelim diye… Telefonlaştık, çoğunlukla biz onu aradık, o da bizi aradı. O, bizi aradıkça sevinç ve şaşkınlığı birlikte yaşıyorduk. Etem Çalışkan, beni hep şaşırtmıştır. Bir hafta sonra kargo ile «Güz İkindisi»nin kapağı elimdeydi. «Beğendin mi?» diye gevrek gevrek gülüyordu telefonda… «Beğenmez miyim?» diye sorusuna soruyla karşılık verdim. Hayalimi nasıl görmüştü? Düşündüğüm kitap kapağı işte buydu. "Çocukluğum Sende Kaldı İstanbul" için benim fotoğrafımı kullanmak istedi. Yollamadım; çünkü son zamanlarda çekilmiş düzgün bir fotoğrafım yoktu. En yeni vesikalık fotoğrafım da kızımın nişan günü «Hazır fotoğrafçıya gelmişken bari vesikalık bir fotoğraf çektireyim.» dediğim 11 Ağustos 2007 tarihliydi. Telefonda «Benim resmim olmasa… Kitap kapağının güzelliğini bozmayayım. Zaten düzgün bir fotoğrafım da yok, yenisini çektirmem gerek.» dediğimde «Ben rötuşlu fotoğraf istemedim. Rötuş ile yüzdeki çizgileri, hatları yok ediyorlar. Bana rötuşsuz bir fotoğraf gerekiyordu ya artık yollama, kitap kapağını bitirdim. Hem iki kapak çalıştım. Hangisini beğenirsen!» diyerek beni yine şaşırtmıştı.
Tarsus'ta her ay «Kaligrafi Sanatı» dersi veriyormuş. Gelirken getirecekmiş. Önce cuma günü saat 14.00 demişti, sonra programı değişince perşembe akşam 19.10 uçağıyla Adana'ya gelip servisle Tarsus'a geçeceğini bildirdi. Seda'nın dersi vardı. Havaalanına Sena ile beni Can götürdü. Uçakta, dergiyi karıştırırken elini kâğıt kesmiş. Çok üzüldük. Bize armağanlar da getirmiş. Bir adet takvim, üçümüze de kendi güzel yazısıyla hazırlanmış Kur'an-ı Kerim ve benim iki kitap kapağım… Daha ne olsun! Ben de zaten Tarsus'ta, Adana'da kitaplarımı imzalayarak kendisine hediye etmiştim. Bu kez «Canım Türkiye'm» adlı kitabımdan üç adet dostlarına hediye etsin diye havaalanına götürmüştüm. Tirşe yeşili bez heybesine kitaplarımı yerleştirirken çok mutluydum.
Bugün 28 Ocak 2011 Cuma… Her nedense Etem Çalışkan'ı ne zaman, nerede, nasıl tanıdığımı anlatmak istedim. Dilerim bu dostluk ömür boyu daha da güçlenerek sürsün. Böyle değerli sanatçılarımız başımızdan eksik olmasın. Atatürk Türkiye'sinin sayesinde mutlu, çağdaş, huzurlu günler yaşamayı dileyelim. Atatürk'ün dediği gibi: «Hepiniz milletvekili olabilirsiniz; başbakan, hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz fakat sanatçı olamazsınız.»
Sanata ve sanatçıya sonsuz sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum.
HARİKA UFUK
SEYHAN- ADANA
28.OCAK.2011
SAAT: 11.00